NURETTIN ESFAK’IN BIR MEKTUBU
ve
BIR SIIRI
Kardesim,
sana bu mektubu Ankara’da Kuyulu kahvede yaziyorum.
Hep ayni Anadolu havalarini çaliyor gramofon
kocaman bir boru çiçegine benzeyen agziyla,
Disarda yagmur…
Mektepten istifa ettim.
Cepheye gidiyorum ihtiyat zabitligiyle.
Çocuklarimiza Türkçe okutmak,
ögretmek, sevdirmek onlara
dünyanin en diri, en taze dillerinden birini,
kendi dillerini,
güzel sey,
büyük sey.
Fakat bu dilin insanlari için çakmak çalmak cehpede
daha büyük
daha güzel.
Biliyorum :
is bölümünden bahsedeceksin.
Fakat, Ankara’da çocuklara ders vermek,
bozkirda ates hattina girmek
haksiz ve hazin
bir is bölümü.
Öyle günlerde yasiyoruz ki
ben bir is yapabildim diyebilmek için :
hep alninin ortasinda duyacaksin ölümü.
Bak, tam sana bunlari yazarken
asker geçiyor sokaktan ;
yagmurda harap postallarinin mesinini islatarak
Meclis’in önüne dogru iniyorlar,
Istasyona gidecekler.
Ve türkü söylerken, her nedense her zaman yaptigi gibi,
sesini incelterek mars okuyor genç Türk köylüsü :
«Ankara’nin tasina bak,
gözlerimin yasina bak…»
Yüzleri mühim, dalgin ve yorgun.
Tiraslari uzamis biraz.
Elleri büyük ve esmer.
Elâ gözlüler, kara gözlüler, mavi gözlüler.
Yine birdenbire Yunus Emre geldi aklima.
Baska türlü anliyorum ben Yunus’u :
Bence onda bütün bir devir dile gelmis Türk köylüsü :
öte dünyaya dair degil,
bu dünyaya dair kaygilariyla…
Bir siir yazdim,
garip bir siir,
«Türk Köylüsü» diye.
Bir tuhaf mi oluyor böyle günlerde siir yazmak?
Her ne hâl ise, hosça kal, gözlerinden öperim.
Kardesin
Nurettin Esfak
TÜRK KÖYLÜSÜ
Topraktan ögrenip
kitapsiz bilendir.
Hoca Nasreddin gibi aglayan
Bayburtlu Zihni gibi gülendir.
Ferhad’dir
Kerem’dir
ve Keloglan’dir.
Yol görünür onun garip serine,
analar, babalar umudu keser,
kahbe felek ona eder oyunu.
Çarsambayi sel alir,
bir yâr sever
el alir,
kanadi kirilir
çöllerde kalir,
ölmeden mezara koyarlar onu.
O, «Yûnusû biçâredir
Bastan ayaga yâredir»,
agu içer su yerine.
Fakat bir kerre bir derd anlayan düsmeyegörsün önlerine
ve bir kerre vakterisip
«-Gayrik yeter!…»
demesinler.
Bunu bir dediler mi,
«Isrâfil sûrunu urur,
mahlûkat yerinden durur»,
topragin nabzi baslar
onun nabizlarinda atmaga.
Ne kendi nefsini korur,
ne düsmani kayirir,
«Daglari yirtip ayirir,
kayalari kesip yol eyler âbihayat akitmaga…»
Nazım Hikmet Ran